Her seyahatten önce olduğu gibi Bozcaada'ya da gitmeden önce araştımamı yaptım, nerede yenilecek içilecek belirledim. Listemde birkaç yer vardı ama bunların arasında beni en çok heyecanlandıran Maya'ydı. Hatta gittiğimiz haftasonu "Bozcaada Şarap Tadım Etkinlikleri" olacağı için, ne olur ne olmaz diye önceden arayıp rezervasyonumu da yaptırdım, yerimi garantiledim. Bu seyahatte de bizim ekip aynıydı, Melina, Ecosum ve ben, "üç kafadarlar"! Melina adayı iyi biliyor, son birkaç senedir senede birkaç defa gidiyor mutlaka! Rezervasyon yaptırdıktan sonra heyecanla onu aradım, ona sormadan böyle bir şey yaptığımı söyledim. Cevap olarak fırçayı yedim,"Sen bilmeden etmeden....", sonrasında da ona göre gidilmesi gereken yerleri bana mesaj olarak attı ki, bunlar zaten br tanesi hariç benim listemde de vardı. Neyse tabii ki sevgili arkadaşım ben çok istediğim için, denemekte fayda var diyip, Maya'ya gitmeye razı oldu ve böylece adadaki ikinci gecemizde bizi bizden alan, kendimizden geçiren bir yemek yedik. Yanlız "yemek yemek" lafı biraz hafif kalıyor ama ne diyeceğimi de tam bilemiyorum çünkü orada tecrübe edilen şey yemeğin ötesinde bir şey! Yemek, ortam, insanlar, sohbet, herşey inanılmaz keyifli! Maya bir restaurant değil, Selçuk Aykan'ın bağ evi ve Selçuk("Bey" denmesinden hoşlanmıyor!) misafirlerini bahçesine koyduğu bir kaç tane masada ağırlıyor, evine gelen arkadaşlarını ağırlar gibi. Selçuk yemekleri, peynirini, ekmeğini ve şarabını kendi yapıyor. Tam "one man show"! Tabii ki ona yardımcı olan başta eşi Evrim ve ekibi(ekip=Didem ve Selçuk'un yardıma gelen kardeşi Esra Hn. acayip şeker insanlar) var ama tarifler ondan. Servise peynir tabağı ve şarapla başlıyorlar. Şarap servisine sadece Selçuk bakıyor, o karıştırıyor, sallıyor, ayarlıyor, servis ediyor, size yudum yudum keyfini çıkarmak kalıyor.
Peynirleri yedikçe biz Melina'yla birbirimize bakıyoruz ve inanamıyoruz Türkiye'de böyle peynirler yiyebildiğimize! Çeşitler ve lezzetleri süper! Selçuk'un 40 tane keçisi, 10 tane de koyunu var ve onların sütlerinden her gün peynir yapıyorlar. Peynir yapmayı da Napa'da öğrenmiş. Küflüsü, cevizlisi, otlusu...Peynirlerden sonra mezeler gelmeye başlıyor. Mezeler geldikçe geliyor, geldikçe geliyor da, biz bitiyoruz:)) Her biri başka bir sürpriz! Humusun görüntüsü humus ama mis gibi salatalık kokuyor, lezzeti ikisinin birleşimi (mi desem bilemedim). Ama pardon ya, mezelerden önce füme et geliyor ki, ben etçi bir insan olmadığım halde bayılıyorum. Koklaya koklaya bir hal oluyorum, missss! İncecik, şeffaf dilimler ağızda eriyor! Taş fırında pişmiş ekşi maya ekmekle yiyince ise başka bir keyif.
Sonra zeytinyağlı sarı fasülye geliyor, tadıyoruz ve ne var bunun içinde diye anlamaya çalışıyoruz. Bildiğiniz fasülyeyle alakası yok. Yoğurtlu kabak, üzümlü baklalı enginar, etli çam fıstıklı közlenmiş patlıcan, hepsi çok farklı ve inanılmaz lezzetli!
O kadar doyuyoruz ki, artık bir lokma daha yiyemeyiz desekde öyle bir şey geliyor ki denemeden duramıyoruz. Mesela bir patates cipsi geliyor, sadece bir tek cipsi tadına bakmak için alıyorum, hoppala, bu da nedir şimdi? Patatesin gerçek tadını alıyorsun, eski usül klasik cipsler gibi ve çıtır çıtır! Selçuk cips servisini bitirmiş, mutfağa dönerken "bir tane daha alabilirmiyim"diyorum, gülüyor! Bir de Ece için özel yapılan bir yemek var, erikli-etli karışık sebze. Ece de beğeniyor, biz de. Zaten genel olarak beğenmek lafı hafif kalıyor, transa giriyoruz daha doğru olur!
Sıra ete geliyor, ne kadar tok olursam olayım, tadına bakmazsam çatlarım diye ufak bir dilim bonfile seçiyorum. Etler 21 gün özel bir şekilde dinlendiriliyor ve Selçuk, kim ne çeşit et isterse getirip, porsiyonu isteğe göre kendi kesiyor, hazırlıyor. Bonfilem pişirilip getiriliyor, bonfile değil küşleme sanki, lokum gibi! En son tatlılar geliyor, karadut soslu cheesecake ve meyveli muhallebi.
Önce ikisinin de tadına bakıyorum, o ana kadar yediğim her şey gibi tatlılar da farklı. Cheesecake'de krema, mısır nişastası falan yok. Sadece yumurta ve kendi yaptıkları lor kullanılmış, çok hafif. Üstündeki karadut sosu hafif ekşimsi, beraber tehlikeli bir ikili olmuşlar. Sakızlı meyveli muhalebi de kırmızı meyvelerle yapılmış, sakız tadı kararında. Ben tadacağım diye başlıyorum ama kendimi durduramıyorum. Aaaa bir bakmışım bitirmişim:))
Melina'nın rahmetli babası güzel bir şey yediği zaman "Dişlerim için müzik çalıyorlar" dermiş! Bayılıyorum bu lafa! Bu akşam bizim dişler için süper bir konser oldu desek yeridir çünkü:))O akşam çok yoğun olduğu için Selçuk'la pek konuşamadık ve pazartesi müsaitse uğrayacağımızı söyleyip ayrıldık. Pazartesi bizim adada son günümüzdü, plajdan çıkınca otele dönmeden akşamüstü gittik Maya'ya. Biz bir yarım saat oturup benim yazabilmem için bilgi alıp kalkarız diye düşünürken, öyle bir oldu ki, önce Selçuk yemeğe kalın dedi, sonra biz kendimizi akşam yemeği için hazırlıklara yardım ederken bulduk. Bahçede semizotu ve sarımsak ayıklamakla başladık, mutfakda yemek yapmakla devam ettik:)) Yemek yapmak derken, bu da Selçuk'un bize bir jestiydi esasında, en sevdiğimiz yemekleri öğrenelim diye, o tarif etti, biz yaptık. Böylece o çıtır cipslerin ve yoğurtlu kabağın nasıl yapıldığını da öğrenmiş olduk. Ben bir de "asma yaprağında sardalye" yapmayı öğrendim. Biz mutfakdayken Ecos da bahçede Uzo'yla(Alman kurdu değil kuzu sanki) oynadığı için Ece de bayıldı bu işe.
Ece mutlu, biz mutlu, o akşam geç saatlere kadar yedik, içtik, sohbet ettik. Ece uykusu gelince pusetinde uyudu ama, uyumadan önce de ilk aksam tatlılar servis edilmeden uyuduğu için yiyemediği, meyveli muhallebisini de yemeyi ihmal etmedi. Ece'nin reflüsü olduğu için yatmadan önce bir şey yememesi lazım ama ne dediysem engel olamadım. Son lokmasına kadar bitirmeden uyumayı reddetti. Bu akşamın bomba lezzeti ise Selçuk'un kendi için hazırladığı, bize de tattırdığı, ızgara kalamardı! Hani güzel bir çikolata yerken, bütün ağzınızın içini o müthiş leezeti sarar, gözlerinizi kapatıp, kendinizden geçersiniz yaa, lokum gibi kalamarlar da insana o hissi veriyordu. İşte böyle... Selçuk Aykan, her şeyin iyisine meraklı, yemeğin(peynir, ekmek, şarap vs.) iyisini bulamadığı için ise, araştıran, öğrenen ve kendi yapmaya başlayan, yapmakla da yetinmeyip misafirlerine sunan ve dişlerimiz için konser veren orkestra şefi yoksa besteci mi demeliyim, bilemedim...:)))))))