25 Temmuz 2012 Çarşamba
Ton Balıklı Arpa Şehriye Salatası
Bu aralar bizim evde arpa şehriyesi pilavi favori yemeğimiz! Bildiğiniz pilav gibi pişiriyorum, arpa şehriyeyi zeytinyağ+tereyağ karışımında biraz kavuruyorum, 1 su bardağı arpa şehriyesine 2 su bardağı su, tuz ve Melina'nın İtalya'dan getirdiği tavuk tozundan koyuyorum. Ece bayılıyor:)) Bu pilavı yapmaya başladığımdan beri de onunla ton balıklı bir salata yapmak vardı. Geçen cuma OnganiKanyon'dan aldığım bezelyeleri buharda haşladım. Bir domatesin çekirdeklerini çıkartıp, minik küp küp doğradım. 4-5 tane kornişonu da ikiye bölüp, küçük küçük kestim. 2 tatlı kaşığı kapari, bol kıyılmış nane, 1 kutu süzülmüş ton balığı ve diğer bütün malzemeleri arpa şehriyesi pilavına karıştırdım. Sos olarak da sadece elma sirkesi ve sızma zeytinyağ koydum. Biz çok sevdik, umarım siz de beğenirsiniz!
Afiyet Olsun:))
20 Temmuz 2012 Cuma
Gurmebüs'le Balat
Bu Gurmebüs'le üçüncü turumdu ve gene çok güzel geçti tabii ki. Turun müdavimleri olarak birkaç kişi iyice kaynaştık artık. Yanlız bu turda otobüsümüz yoktu, kendisine nazar değmiş ve arızalanmış maalesef:(
Taksim'den Balat'a midibüsle gidildi. İlk kez tura gelenler Gurmebüs'e binemeyince biraz üzüldüler!
Balat'dan bazen arabayla geçiyorum ama arabayla geçerken, hele de arabayı kullanıyorsan hiç birşey göremiyorsun. Osmanlı zamanında özellikle Yahudilerin yerleşim yeri olan semtin arka sokakları o kadar
güzelki, dolaştıkça ben kendime kızdım, neden daha önce gidip görmedim diye. Yahudilerin yaşadıkları apatmanların üzerlerinde resimler var, bunlardan bir tanesini bize de gösterdiler. Zaten itiraf edeyim, bu turda semtin güzelliği benim için yemeklerin güzelliğinin önüne geçti! Şöyle rahat rahat, not alma, fotoğraf çekme telaşı olmadan tekrar gidip keyfine dolaşmak istiyorum, havalar biraz serinlediği zaman.Gezimizin ilk durağı "Afilli Cezve" idi(kafenin ismine hepimiz bayıldık). Burada hazırlamasının oldukça zahmetli olduğu anlatılan, yaz sıcağında içimizi serinleten, demirhindi şerbeti içtik ve esasında "Kıbrıs keki" olan cevizli kekten yedik. Demirhindi şerbeti "tamarhind" bitkisinin önce 10 saat suya yatırılması, sonra da 3-4 saat kaynatılmasıyla elde ediliyormuş. Keki ise komşuları yapıyormuş, yaptığı zaman da onlara da getiriyormuş. Kafeyi açtıklarında kafede satmak üzere kendisinden kek yapmasını istemişler. Komşu önce ben yapamam, uğraşamam desede, sonunda haftada 1-2 kere yapmayı kabul etmiş, hatta onlara da öğretmiş. Gerçekten farklı ve çok lezzetli bir kek. Benim de Kıbrıslı bir arkadaşım var, ondan tarifini almayı planlıyorum!
İkinci durağımız ise Fetih İşkembe'ydi. Sadece sakatat sunan bu aile işletmesinde işkembe dışında tandırda pişen kokoreç önde gelen lezzetlerden. Hayatında hiç kokoreç yememiş olan bana kokoreç yedirdi öyle söyliyeyim. Yanında da "Niğde Gazoz" içtim. İlk defa orada gördüm ve denemek istedim. Tadı "Uludağ Gazoz'a" benziyor, hoşuma gitti.
İşkembeciden sonra Cihan Tulumba'ya gittik. Çıfıt Çarşısı'nın ara sokağındaki bu geleneksel tatlıcının üç çeşit tulumbası var. Hepsinden tattık.
Dördüncü durağımız ise yanıbaşında muhteşem Bulgar Kilisesi ve harika manzaralı terasıyla "Fındık Kabuğu Restorant'dı". Meşe palamutu hamuru ve fındık kabuklarıyla hazırlanmış kömürün ateşinde pişirilen köfteleri oldukça lezzetli. Bu lezzeti elde etmek için 3 çeşit eti karıştırıp, içine sadece suyu alınmış soğan koyuyorlarmış. Burada iyi köfte pişirmeyle ilgili de mekan sahibi bize bir tüyo verdi. Köfteyi çatalla çevirmek daha iyiymiş, çünkü çatalın açtığı delikler sayesinde köfte iyi pişermiş!
Köfteciden geçtik 1923'den beri faaliyette olan ve galeta ve peksimeti meşhur "Tarihi Taş Fırın'a". Galeta çok severim, hele yanında galetayı batırıp yiyebileceğim çay ve biraz da beyaz peynir varsa. Orada tadına baksak da sevdiğim gibi yiyebilmek için biraz almayı ihmal etmedim tabii.
Bir sonraki durağımız restore edilmiş ve klasik bir Balat evi olan "Balat Kültür Evi'ydi". Bu ev "Soroptimistler (koşulsuz birbirine yardım eden kardeşler demekmiş) Derneği'nin" semtin kadınlarını ve çocukları için geliştirdikleri projeleri uygulama alanı. Balat'da yaşayan kadınların, burada yaptıkları kurabiye, börek ve mantılar "Vodina Kafe'de" satılarak, elde edilen gelir, başarılı çocukların eğitim masraflarını karşılamak için kullanılıyor. Evin annesi Meltem Hanım, hanımların eğitiminden, mutfağın işleyişine, satışlara kadar herşeyle ilgileniyor. Biz de burada mantı ve etli yaprak sarmanın tadına baktık. Meltem Hanımın iyi bir anne olmanın dışında iyi bir ahçı olduğu bir gerçek, ikisi de çok başarılıydı!
Yemekten önce Balat Kültür Evi'nin terasına çıktık ve inanılmaz mimarisi ve ihtişamıyla "Kırmızı Lise'yi" ve etrafındaki tarihi yapıları seyrettik. Biz hayran hayran seyrederken Bilal Özerol da bizi kısaca tarihleriyle ilgili bilgilendirdi.
Son durak ise hepimiz için çok güzel bir sürpriz oldu, "Külliye". Adı "Külliye", esasında oteller ve turizm şirketleriyle çalışan, daha çok turistleri ağarlayan bir dernek. İçeriye girince ağzımız açık kaldı, film seti gibi... Eski evler, arabalar, sobalar...Alaaddin'in lambası bile var! Masal dünyası... Bir üst kata çıkınca harika manzarası olan bir terası var ama en üst kattaki manzara daha da güzel! Burada yemek yemiyoruz, içecek birşeyler ikram ediliyor. Muhteşem manzara ve yan tarafdaki restaurantdan gelen fasıl müziğiyle kendimizden geçiyoruz! Biraz keyif yaptıktan sonra, bir kere daha "iyiki gelmişim"diyerek eve dönüş yoluna geçiyoruz!
16 Temmuz 2012 Pazartesi
Ekşi Maya Ekmeğim
İlk ekmeğimi Slow Food, Defne Koryürek ve Şemsa Denizsel sayesinde yaptım ve o zamandan beri de mecbur kalmadıkça dışardan ekmek almıyorum, kendim yapmaya çalışıyorum. Ekmek yapmak(ekşi maya ama) benim için o kadar önemliydi ki, blog açsam mı, ne yazsam diye düşünürken, ilk ekmeğim pişerken, ilk yazım bu olmalı diye, blogumu başlatmama vesile oldu! Hala kendi mayamı yapmadım, hala Slow Food toplantısında Şemsa Hn.'ın verdiği mayayı besleyip kullanıyorum ama olsun...Ben de şimdi isteyenlere veriyorum mayadan, tarif ediyorum nasıl yapılacağını.Çok da hoşuma gidiyor, mutlu oluyorum verdikçe, anlattıkça, çünkü hem çok sağlıklı hem de çok keyifli bir şey ekmek yapmak ve kendi yaptığın ekmeği yemek! Yiyip de beğenmeyen yok! Bana da ver, bana da yap ya da bana da öğret diyenlerinlerin verdiği mutluluksa başka birşey! Bunu yapabilmemi sağlayan, neden olan Slow Food'a, Defne Hn.'a ve Şemsa Hn.'a çok teşekkür ediyorum!!! Bir sene önce bunu yapabileceğim ya da yapmak isteyeceğim hiç aklıma gelmezdi:))
Gelelim mayayı nasıl beslediğime ve ekmeği nasıl yaptığıma... Mayayı her gün mutlaka karıştırıyorum(tahta kaşıkla) ama hergün beslemiyorum, gün aşırı besliyorum.Her gün beslesem çok olacak maya, ben o kadar sık ve çok ekmek yapmıyorum. Mayayı dökmeye kıyamıyorum. O yüzden kendime göre bir yol tutturdum gidiyorum ki, bu yol yeni başlayanların kafasını karıştırabileceği için yazmaya pek niyetim yoktu, geçenlerde Simge Taş(http://www.mutfaginsimgesi.worldpress.com/) yazmamı isteyene kadar. Eğer mayam az ise ve acil ekmek yapmak için mayaya ihtiyacım varsa o zaman her gün besliyorum. Beslemeyi de artık mayanın kıvamını kaptığım için gözkararı su ve un ekleyerek yapıyorum. 2 tane maya kavanozum var. Ekmek yapacağım zaman hamur için gerekli miktarı alıyorum, mayanın kalanını temiz kavanoza aktarıp, besleyip gene buzdolabına koyuyorum. Mayayı buzdolabında muhafaza etmek gerekiyor mutlaka! Genelde haftada bir ekmek yapıyorum, 1kg undan, o da bize 1 hafta yetiyor(misafir gelmezse). O kadar tok ve doyurucu bir ekmek oluyor ki, bakkalda satılan pofuduk ekmekten 3 dilim yesen yetmiyor ama bunun 1 dilimi kafi geliyor:))
1 kg organik tam buğday unu için, yaklaşık 500 ml. su, 1 tatlı kaşığı tuz ve 10 yemek kaşığı maya kullanıyorum. Su miktarı ununa göre değişebiliyor. Büyük bir kabın içinde bütün malzemeleri karıştırıp, biraz yoğuruyorum. Yapış yapış, elinize bulaşan bir hamur oluyor. O hamuru 15-20 dakika kadar üstünü kapatıp, otoliz(su ve un birleşip gluten ortaya çıkıyor) için bekletiyorum. Sonra unlu bir tezgahta yaklaşık 10 dakika daha yoğurup şekillendirip ya yağlanmış derin bir kaseye koyup üstü kapalı bir şekilde ya da unlanmış temiz pamuklu bir beze sarıp yine üstü kapalı olarak buzdolabında en az 24 saat bekletiyorum. Pişireceğim zaman dışarıya çıkarıp, fırını 200 dereceye getiriyorum. Döküm tenceremi fırına koyup yarım saat iyice ısınması için bekliyorum. Döküm tencere ısınınca da hamuru fazla mıncıklamadan, dikkatlice(sıcak tencere fena yakıyor!) tencereye koyup, üstünü unlayıp ve kare şeklinde kesik atıp fırına veriyorum. Tencerenin kapağını kapamıyorum, kabarınca yapışmasın kapağa diye. Fırının en alt katına da su dolu bir tepsi koyuyorum. Benim fırında yaklaşık 1 saat+15-20 dakikada pişiyor. Tencereyi hoplatınca ekmek de hoplarsa pişmiş demektir. Pişen ekmeği tencereden çıkarıp soğutma telinin üzerine alıyorum. Tencerede bırakırsanız terliyor ve ıslanıyor ekmek! Ilınınca tereyağı sürüp yemek çok keyifli oluyor:))
İşte benim tarifim böyle...
Ustalarından öğrenmek isterseniz
Defne Hn.'ın ekmek yapımını anlattığı programı için:
http://video.ntvmsnbc.com/sicak-ve-taze-3-temmuz-2010.html#sicak-ve-taze-26-haziran-2010.html
Şemsa Hn.'ın tarifi için:
http://kulaktandolmatarifler.wordpress.com/ekmek-gunlugu/
Slow Food Facebook sayfasındaki tarif için:
http://www.facebook.com/#!/notes/slow-food-t%C3%BCrkiye-fikir-sahibi-damaklar/ger%C3%A7ek-ekmek-at%C3%B6lyesi7g%C3%BCn/264781920226011
Ben en çok İpek Hanım'ın Çiftliği'nin ekmeklik unundan yaptığım ekmekleri seviyorum. Denemek isterseniz
http://www.ipekhanim.com/
İpek Hanım'dan getirtemediğim zaman Defne Hn.'ın tavsiyesiyle İstanbul Halk Ekmek'in Organik Tam Buğday ununu kullanıyorum.
13 Temmuz 2012 Cuma
Bruschetta
Geçen gün nasıl canım çekti, uzun zamandır yapmamıştım. Baktım malzemeler var evde, hemen giriştim. Önce birkaç dilim tam çavdar ekmeğinin üstüne fırçayla zeytinyağ sürüp fırına verdim. Onlar fırında hafif çıtır hale gelene kadar ben de üst malzemesini hazırladım. Lapseki pazarından aldığım mis gibi domateslerin çekirdeklerini çıkarıp minik küp küp doğradım. Küçük bir baş kuru soğanın yarısını da aynı şekilde hazırladım ve ikisini biraz tuzla beraber karıştırdım. Ekmeklerin üstü sertleşmeye başlayınca fırından çıkarıp üzerine biraz diş sarımsak sürttüm ve üstüne domates-soğan karışımını koydum. Fesleğenleri ince kıyıp, üzerlerine serpiştirdim ve biraz sızma zeytinyağı gezdirdim. En üste de rendelenmiş parmesan, yanına da soğuk bir roze şarap......:))
Afiyet Olsun!
NOT: Bruschetta başlangıç içindi tabii, bir de mantarlı kremalı makarna yaptım ki, of of of...
12 Temmuz 2012 Perşembe
Zeytinyağlı Semizotu
Bozcaada dönüşü yazlıkta olan annemlerim yanına uğradık, annem bahçeden toplanmış semizotu verdi, hem de yıkanmış olarak, bana da pişirmek kaldı:)) 2-3 diş sarısağı ve 1 soğanı küçük küp küp kıyıp zeytinyağında çeviriyorum biraz. Üzerine kabaca doğradığım semizotlarını, 1-2 avuç princi(princi az ya da çok istemenize bağlı), 1-2 tane domatesin(büyüklüğüne bağlı) rendesini ve tuzunu koyup, hiç su eklemeden pişiriyorum. Yanında yoğurtla ya da yoğurtsuz, her şekilde güzel!
Afiyet Olsun:))
9 Temmuz 2012 Pazartesi
Zeytinyağlı Patlıcan
Yaz gelince bizim evde sıcak tencere yemeği pek pişmez. Onların yerini zeytinyağlılar alır ki, en sevdiklerimden biri de zeytinyağlı patlıcandır. Domatesle bol soğanlı ve sarımsaklı pişiririm, ekmek bana bana yemeğe doyum olmaz.
Malzemeler
4-5 adet uzun patlıcan
2-3 adet domates
5-6 diş sarımsak
3-4 adet soğan
zeytinyağ
tuz
Patlıcanların kabuğunu şerit şerit soyup, halkalar halinde doğrayıp tuzlu suya koyun. Sarımsakların birkaç tanesini kıyıp, kalanını bütün olarak piyazlık doğranmış soğanlarla zeytinyağında soğanlar yumuşayana kadar çevirin. Patlıcanları sudan çıkarıp, sıkarak tenceredekilere ilave edin. Üzerine de küçük küp küp kestiğiniz(isterseniz rendeleyin) domatesleri koyun ve karıştırın, tuzunu ilave ettikten sonra kapağını kapatıp, kaynayana kadar harlı ateşte, sonra kısık ateşte pişirin. Üzerine kıyılmış maydanoz çok yakışıyor!
Afiyet Olsun:))
6 Temmuz 2012 Cuma
Bozcaada
Bozcaada'ya hep günübirlik gittim, ilk defa bu sefer adada kaldım ve tadına vardım! Zaten çok sevdiğim, keyif aldığım bir yerdi ve Ece'nin ilk defa denize girmesini istediğim yer. Ecos ilk defa denize Bozcaada'da giremedi ama yüzmeyi orada öğrendi!
Bir gün Melina'yla ordan burdan konusurken, Haziran sonunda Bozcaada'da "Şarap Tadım Günleri" yapılacağını söyledim ve keşke gidebilsek dedim. Tesadüf, Bozcaada aşığı arkadaşım zaten o tarihlerde gidecekmiş, beraber gidelim istersen deyince, ben hemen atladım tabii. Bozcaada keyifli bir yer zaten ama Melina'yla daha bir keyifli! Melina, Ecos, ben, "üç kafadarlar" düştük yola. Sabah erken yola çıkıp, öğlen orda olmayı planlarken, maalesef öğlen çıkabildik ve akşam adaya ulaştık. Geyikli'ye varmamız, şehiriçi trafiğin başlamış olması ve yol çalışmaları nedeniyle tek şeride düşen yollar yüzünden, akşamı buldu. Gitmeden internetten Gestaş feribot seferlerini kontrol etmiştim ama, saat 7 feribotuna yetiştik diye sevinirken, bir de baktık ki bir sonraki sefer 8'de. Bir saat Geyikli sahilde oyalandıkan sonra, adaya gitmemiz, eşyaları otelimize bırakıp, yemeğe gitmemiz hayli geç oldu tabii. Halbuki biz güneşi batırmaya gitmeyi planlıyorduk o akşam! Neyse, üstümüzü değiştirip çıktık hemen ya Lodos ya da Martı'ya gitmek üzere. Cuma akşamı rezervasyonumuz olmasa da, Martı'da Oya Hn. sağolsun bize bir masa ayarladı. Birer duble rakı yanında kalamar tava, salata, fava,patlıcan salatası ve ızgara ahtapotu afiyetle mideye indirdik. Özellikle kalamarı ve ahtapotu taze, lokum gibiydi, favası da çok lezzetliydi! Yeni yerinde Martı'nın keyfini çıkardık o akşam!
Ertesi sabah denize gitmek için yanıp tutuşan Ecoş saat 6'da uyanınca, saat 8'e kadar odada zor oyalandık. 8'de biraz dolanıp, 8.30'da başlayan kahvaltıya kadar vakit geçirmek üzere kendimizi dışarı attık. Ada sabah erken saatte, çoğu daha yatağından çıkmamışken, o kadar keyifliki, sabah yürüyüşlerini orada kaldığımız 3 gün boyunca aksatmadık!
Mitos Oteli, kendi plajı olmasından dolayı tercih etmiştik fakat bizi kötü bir sürpriz bekliyordu. Senelerdir aynı plajı şletmelerine rağmen bu sene onlara plajın işletmesi verilmemişti ve mahkemelik olmuşlardı. Heyecanla mahkemenin sonuçlanmasını ve plajın açılmasını bekliyordu herkes çünkü koca adada şezlongu, şemsiyesini bırak, doğru düzgün duşu, kabini, tuvaleti olan tek plaj orasıymış. Denize girmek için mecburen Ayazma plajına gittik ve girişinde bulunan "Boruzan"ın önünden denize girdik. Plaj kum ve deniz sığı, tam çocuklulara göre! Ayazma plajını Bozcaada'nın futbol klübü işletiyor ve şezlong ve şemsiye için 5'er TL alıyorlar. Deniz kenarında kabin,duş ve tuvalet yok nedense. Bunlar için yukarı Boruzan'a çıkmanız gerekiyor ki, oranın durumu pek parlak değil maalesef! Kabinler eski, kilitleri yok, su bazen akıyor, bazen akmıyor. Akmadığı zaman merkezden kesildiğini söylüyorlar, öyle bir yerde neden su deposu yaptırmamışlar anlaşılacak gibi değil. Tek bir tuvalet var, ben mecbur kalıp da girdiğim zaman idare eder durumdaydı,öyle söyliyeyim.
Her sabah plaja ilk gidenlerden olduk Ecos sayesinde. Deniz o kadar güzel ki, bütün olumsuzluklara rağmen, çok keyif aldık. Tabii bu söylediğim soğuk deniz sevenler için geçerli çünkü deniz suyu gerçekten çivi gibi, atlayınca kendine geliyorsun, tam bana göre:)) Yanlız plajda işin yemek kısmı da pek parlak değil maalesef. İlk gün Boruzan'dan patates kızartması, midye dolma ve gözleme aldık, hepsi çok kötüydü, yiyemedik. Adada enteresan bir durum var, ada halkı dışarıdan gelip de güzel yerler yapan kişilere, işletmelere pek sıcak bakmıyor ama kendilerini de gerekeni yapmıyor. Nedenini anlamak mümkün değil, çünkü adanın şarap dışında ki geçim kaynağı turizm ve sezon kısa. Bu kısa sezon için ellerinden geleni yapmaları gerekirken ben tam tersini gördüm ve inanamadım.
İkinci akşam için geçen hafta ayrıca bir yazı yazdığım "Maya"ya rezervasyonumuz vardı. Denizden otelimize dönüp, hazırlanıp 7.30 gibi gittik. Maya, Selçuk Aykan'ın bağ evinin bahçesinde, birkaç masalı, gelenleri evde arkaşlarını ağarlarmış gibi ağarladığı bir yer. Ortam, yemekler...herşey 10 numara, çok keyifli!
Adaya giderseniz Maya'da yemek yemeden dönmeyin sakın! Detaylar için bakınız http://www.gozkarariyemekleryapangezente.blogspot.com/2012/06/maya-bozcaada.html
İkinci gün gene sabah turumuzu yapmak için otelden çıktık, ama bu sefer öğlen yemek üzere adanın meşhurlarından "Çiçek Fırın'ın" ara sokaktaki yerine gidip, birşeyler aldık. Çiçek Fırın'ın herşeyi güzel, sakızlı kurabiyesi ve peynirli dereotlu poçası ise bizim favorimiz oldu. Adanın merkezinde bir de pastahaneleri var.
Öğlen fırından aldıklarımızı atıştırsak da akşamüstü plaj dönüşü yol üzerindeki Tayyare Pizza'ya uğramadan edemedik. İyiki de gitmişiz. Hobisi uçaklar olan Diyarbakır'lı işadamı Ferhat Bey gerçekten mekan olarak çok orjinal ve güzel bir yer açmış.
İtalya'dan özel getirtilen fırında pişirdikleri pizzaları da oldukça başarılı! Biz vejeteryan ve roka-parmesanlı yedik, ikisi de çok lezzetliydi. Sadece parmesanı pizzanın üzerine traşlayıp koyacaklarına rendelemişlerdi ki, bu konuda kendilerini de uyardık.
Pizzanın yanında birer kadeh de kırmızı şarap içtik, Amadeus Cabarnet Sauvignon, meyve aromalı ve hafif baharatlı, içimi kolay bir ada şarabı, bizim çok hoşumuza gitti. Burada koltukların bir kısmı orjinal uçak koltuğu ve oyuncak uçaklar var, Ecos bunlara bayıldı. Çocuklu ailelere özellikle tavsiye ederim.
O akşam ise Lodos'a rezervasyon yaptırmıştık ama pizzalar bizi biraz tıkamış herhalde pek hakkını veremedik, sadece birkaç çeşit meze yedik. Ben sakızlı enginarı merak ediyordum. Enginar lezzetliydi ama sakız tadını pek alamadım, daha çok hardal tadı baskındı. Kabak çiçeği dolması ve midye dolma fena değildi, deniz börülcesini ise beğenmedim maalesef çünkü sıkıp suyunu çıkarmışlar, posası kalmıştı resmen.
Lodos'da en çok beğendiğim, hepimizin bayıldığı karadut soslu sakızlı muhallebisiydi!
Ecosun deyimiyle "Çok fena!"
Altındaki beyaz çikolatalı tabanı çok yakışmış, üstünde karadut sosuyla çok lezzetli gerçekten!
Son günümüzde öğlen yemeği için Vahit'in yerinden ekmek arası köfte aldık. Lezzet idare etse de koca ekmeğin içine 2 tane köfte koyarak oldukça şişirme bir sandviç yapmışlardı. Plaj çıkışı önce Corvus'un fabrikasına gittik şarap tatmak ve almak için fakat sadece 2-3 çeşit tadabiliyorsunuz. Üstelik mağazada duran bey çok iyi niyetli olsa da bilgisi oldukça yetersizdi. Bu durumda bildiğimiz birkaç çeşitten alıp çıktık. Sonra cumartesi akşamı çok yoğun olduğu için konuşamadığımız Selçuk'un yanına Maya'ya uğradık. Biz en fazla 1 saat konuşup çıkarız derken, gece biri geçiyordu ancak çıkabildik. İlk seferinde müşteri olarak gittiğimiz yerde bu sefer misafirdik ve gene çok keyifli bir akşam geçirdik. Sabah ilk feribota bineceğimiz için, otele gidip çantalarımızı hazırlayıp, saatimizi kurup yattık. Dönüş için Ece'yi ikna etmemiz biraz zor oldu! Paramızın bittiğini, tekrar gelebilmek için İstanbul'a dönüp çalışmamız gerektiğini söyleyince ikna oldu ancak. Ece'nin deyimiyle "Ada parası kazanmak için" döndük, en kısa zamanda tekrar gitmek üzere...:))
NOT: Şarap Tadım Etkiliklerinin hiçbirine plajdan erken çıkamadığımız için katılamadık maalesef:(
4 Temmuz 2012 Çarşamba
Yoğurtlu Soğuk Çorba
Yazın sıcak çorba içemem, ama bu soğuk çorbaya bayılırım. 1 su bardağı buğday(aşurelik de olur kabuklu da) ve yarım su bardağı mısırı(dövülmüş, kabuksuz) beraber haşlayın. Yarım su bardağı nohutu da ayrı haşlayın. Benim buzlukta haşlanmış nohutum oluyor genelde, onu kullanıyorum. Süzdükten sonra hepsini büyük bir kasede hafif sulandırılmış yoğurtla karıştırın ve içine bol kıyılmış dereotu ve taze nane ekleyin. Ben koyu kıvamlı sevdiğim için fazla su eklemiyorum. İsterseniz biraz tuz da koyabilirsiniz. Çok basit, doyurucu ve sağlıklı, serin serin yazın pek güzel oluyor!
Afiyet Olsun:))
Afiyet Olsun:))
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)